ruh ~ روح
Osmanlıca İmla Lügati - ruh ~ روح maddesi. Sayfa: 235 - Sira: 41
1976 yılında hazırlanmış Osmanlıca İmla Lügati,ruh maddesi. ruh osmanlica yazılışı, ruh osmanlıca imla klavuzu, ruh Türkçe - Osmanlıca imla yazımları, ruh nasıl yazılır, ruh arapça yazılışı, Çağdaş Sözlük Osmanlıca imla klavuzu
1976 yılında hazırlanmış Osmanlıca İmla Lügati,, روح ruh ne demek. osmanlıca yazılışı anlamı manası..
ruh ~ روح güncel sözlüklerde anlamı:
RUH ::: f. Yanak, yüz, çehre. * Arabçada: Efsânevi bir kuş. (Bak: Ruhsâr)RUH : Can, nefes, canlılık. * Öz, hülâsa, en mühim nokta. * His. * Kur'an. * İsa (A.S.). * Cebrail (A.S.). * Korkmak. (Bak: Vicdan)(Ruh, bir kanun-u zivücud-u haricîdir. Bir namus-u zişuurdur. Sabit ve dâim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem dâimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şâyet, nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, şuuru başından indirse yine lâyemut bir kanun olurdu. H.)(Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun dâima bakidir. Dâima müstemir, sabittir. Hiçbir tegayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emrî kanunlar dahi böyle beka ile devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile, belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'an'ın nassı ile: $ ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki: Kudret-i Ezeliyye, ona vücud-u haricî giydirmiş. Demek, nasılki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, dâima veya ağleben baki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, lâyıktır. Çünki: Zivücuddur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavidir, daha ulvidir. Çünki: Zişuurdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymetdardır. Çünki: Zihayattır. S.)
rûh ::: (a. c. : ervah) : 1) can, nefes. 2) canlılık, his, duygu. 3) en mühim nokta, öz. Merkez-i rûh-i hayvanî : kalb. Merkez-i rûhu nefsânî : dimağ. Merkez-i rûh-i tabîî : kan. kim. esans. 5) ispirto gibi uçucu gaz. rûh-ullah : Hz. îsâ. rûh-ül-emîn, —ül-kudüs : Cebrail. 6) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış numunesi, yoktur.
ruh ::: (f. i.) : 1) yanak, yüz, çehre* (bkz. : hadd, izâr, ruhsâr, ruhsâre). ruh-i dil-dâr : sevgilinin yanağı.
ruh-i yâr-i dil-sitân ::: gönül alan sevgilinin yanağa. 2) anka kuşu. 3) bu kuşun adına verilen satranç taşlarından biri.
ruh-üş-şatranç ::: (satranç taşı) : itibarlı, saygılı. 4) dizgin. 5) taç. (bkz. : efser, iklîl). 6) taraf. yön. (bkz. : cânib). 7) hasırotu.
ruh ::: can, his, öz.
RuH ::: Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Yâ Muhammed! Sana rûhtan soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir (O'nun yarattığı varlıklardan biridir. Bu husûsta) size, az bir ilimden başkası verilmemiştir. (İsrâ sûresi: 85)
Şehîdlerin rûhları, arş-ı ilâhîdedir. İstedikleri zaman Cennet'in diledikleri yerlerine gidip, tekrar kendi makamlarına dönerler. (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire)
Dînimiz, rûhun ne olduğunu anlatmağı men (yasak) etmektedir. Bunun için İslâm âlimlerinden çoğu, rûhun ne olduğunu konuşmaktan kaçınmışlardır. Kur'ân-ı kerîmden anlaşılıyor ki: Rûhun yalnız hakîkatini, ne olduğunu konuşmak yasaktır. Yoksa hassalarını, özelliklerini anlatmak yasak değildir. (Ali bin Emrullah)
Rûhun nasıl olduğunu dînimiz açıkça bildirmedi. Rûh madde değildir. Sıfat da değildir. İnsan öldükten sonra rûhu yok olmaz. İdrâk etmesi ve anlaması vardır. Şakî olanların yâni kâfirlerin ve fâsıkların (açıktan büyük günâh işleyenlerin) rûhları azâbdadır. Saîdlerin, yâni mü'minlerin, sâlihlerin (iyi kimselerin) rûhları, nîmetler ve lezzetler içindedir. (İmâm-ı Gazâlî)
İnsan ölünce, cesed çürüyünce, rûh yok olmaz. Ölmek, rûhun bedenden ayrılması demektir. Rûh, bedenden ayrılınca, maddî olmayan âleme karışır. (Ali bin Emrullah)
Peygamberler, öldükten sonra da peygamberdirler. Çünkü, peygamber olan ve îmân sâhibi olan rûhtur. İnsan ölünce, rûhunda bir değişiklik olmaz. İnsan, beden demek değildir. İnsan, rûh demektir. Beden, rûhun konak yeridir. (İmâm-ı Abdullah Nesefî)
Peygamberlerin rûhları, göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabirlerinde görünür. Kabirlerinde her ân bulunmadıkları gibi, büsbütün ayrı da kalmazlar. Kabirleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır. Bunun nasıl olduğu bilinemez. Her müslümanın rûhu ile kabri arasında, devâmlı bir bağlılık vardır. Kendilerini ziyâret edenleri anlarlar, selâmlarına cevâb verirler. (Ali bin İsmâil)
Resûlullah efendimize, vefâtından sonra da, mübârek rûhuna bağlanmak, elbet daha faydalı, hattâ lâzım ve vâcibdir. Fakat O'nun mübârek rûhuna bağlanmak, yâni inanmak ve sevmek, böylece mübârek kalbinden fışkıran feyzlere, (bereketlere) kavuşmak için; O'nu tanımak, îtikâdı (inancı) doğru olmak, bid'atlerden (dinde olmayıp, sonradan ortaya çıkan şeylerden) sakınmak ve İslâm dînine uymak lâzımdır. (S. Abdülhakîm-i Arvâsî)
Rûhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği; âhirette, Allahü teâlâyı görmek olacaktır. (Ali bin Emrullah)
İslâm âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin istidâdına (kâbiliyetine) uygun rûh ilâclarını, hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. Peygamber efendimiz, dünyâ eczâhânesine yüz binlerce ilâc hazırlayan baş tabib olup, evliyâ ve âlimler de, bu hazır ilâçları, hastaların derdlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir. (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Allah adamları, kalb hastalıklarının tabîbleridir. Bâtın (iç, gizli, mânevî) hastalıklarının giderilmesi, bu büyüklerin tedâvîsi ile olur. Bunların sözleri, rûh ilâçlarıdır. Bakışları şifâdır. Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz. (Ahmed Fârûkî)
2. Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
3. Emr âleminin beş latîfesinden biri.
Bizim seçtiğimiz yolda (müceddidiyye yolunda) ilerlemeye kalbden başlanır. Kalb madde değildir. Maddesiz, ölçüsüz olan âlem-i emrdendir. Bu yolda kalbi geçtikten sonra, kalbin üstünde olan rûh mertebesinde, sonra sırasıyla sır, hafî ve ahfâ latîfelerinde ilerlenir ve herbirine mahsus mânevî ilimlere kavuşulur. (Ahmed Fârûkî)
Ruh :::
- Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği öz, tin.
- En önemli nokta, öz
Örnek: Lakin oyunun ruhunu anlamak mümkün değil. M. Ş. Esendal - Esans
Örnek: Bazısı ruh koklatır, bazısı alnına sirke sürer, bazısı kollarını, bileklerini ovuşturur. H. R. Gürpınar - Hayalet, görünmeyecek kadar zayıf kimse
Örnek: Doktor Hikmet, zayıflaya zayıflaya, âdeta bir ruh hâlini almıştı. Y. K. Karaosmanoğlu - Canlılık, duygu
Örnek: Nesri gibi güzel bir ruhu olan Falih Rıfkı Türk gazeteciliğini bir vatan hizmeti telakki etmiş ve kutsi bir vazife gibi ifa ediyor. Y. K. Beyatlı - Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin hayat gücü.
- Dinlerin ve birtakım ikici felsefe öğretilerinin bedenden ayrı ve ölümsüz bir yaşamı olduğunu ileri sürdükleri varlık.
ruh ::: yanak , yüz , can
rûh ::: can , ruh
rûh ::: can
rûh ::: ruh
ruh ::: yanak
ruh ::: yüz
rûh ::: (a. c. : ervah) 1) can, nefes. 2) canlılık, his, duygu. 3) en mühim nokta, öz. Merkez-i rûh-i hayvanî : kalb. Merkez-i rûhu nefsânî : dimağ. Merkez-i rûh-i tabîî : kan. kim. esans. 5) ispirto gibi uçucu gaz. rûh-ullah : Hz. îsâ. rûh-ül-emîn, —ül-kudüs : Cebrail. 6) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış numunesi, yoktur.
ruh ::: duygu, emanet, esans, öz
RUH :::